Ülkemizde son yılların ajandası dijital dönüşüm. Global şirketler, teknolojik gelişmelerin tetiklediği dönüşümde kendi başarı hikayesini yazmaya odaklanırken; kurumsal+büyük şirketler iş süreçlerinin verimini arttırmaya, değişen müşteri temas noktalarını yeni müşteri edinim süreçlerine adapte etmeye; orta ölçekli şirketler de kısıtlı kaynaklarını doğru kullanmak adına dijitalleşmeye çalışıyorlar. Ölçek bazlı değişkenleri bir yanda, temelde hepsinin benzini inovatif olmak, teknolojik olmak, değişime ayak uydurmak. Bu sebeple de kafa yorulan ortak nokta, kullanılan araç ve gereçlerin dijitalleşmesi oldu. Müşteri diyalogunun kurulduğu anahtar noktalar, kullanılan müşteri değerlendirme ve iş süreçleri araçları, geleneksel servislerin dijital arayüzlere taşınması vb. Bu yüzden yeni nesil tasarım tekniklerinden (design thinking, forward thinking vb ) yararlanarak uygulama üretmeye, CRM altyapılarını daha kişisel ve bağlantılı hizmet vermek için geliştirmeye, kurumsal kaynak planlaması araçlarını daha akıllı servislerden seçmeye yöneldiler. Hepsinin amacı aslında ‘iş’lerini yenilemek, iş yapma biçimlerini ve müşterilerine verdikleri servisleri dönüştürmekti. 

Ancak maalesef pek çoğu, piyasaya çıkışlarında hayal ettikleri etkiyi yaratamadı. Hatta bir çok sektörde 3-4 yıldır devam eden ve lanse edilememiş dijital dönüşüm projeleri var. Oysa bu 4 yılda bir o kadar daha üzerlerindeki baskı da artmış durumda. 

Peki ne oldu da bu noktaya gelindi? Gözden kaçan nokta ne?

Günümüz dijital dünyasında başarılı olmak, sadece giderek daha fazla teknoloji ürün üretmekten ya da var olan servisleri dijitalleştirmekten çok daha fazlasını gerektiriyor. Dijital dönüşümünün asıl devrimci gücü altyapı ve araçlar değil; topluluklar! Müşteri-iş gücü- partnerler üçgeni, geleceğin şirketlerinin en büyük değişim silahı. Ve bu da toptan bir kültür değişimine ve bilinen iş yapış şekillerinin yıkılıp yeniden tasarlanmasını zorunlu kılıyor. Müşteriye sadece hizmet verilmiyor onlarla işbirliği yapılıyor. Rekabet tümden değişti; birçok şirket rakipleriyle ortaklıklar kurarak geleceğini yazıyor. Şirketler faaliyet gösterdikleri ana sektörler ve hizmet ettikleri pazarları, yeni topluluklara ulaşmak için değiştirmek zorunda kalıyor, yıllardır bildikleri işlerden bambaşka alanlarda iş üretmeye başlıyor. Topluluklar; işleri yıkıyor, yeniden yaratıyor, şeklini değiştiriyor. 

Müşteri ve rakipler tarafındaki değişimin bir benzeri de iş gücü topluluklarında görülüyor. Teknolojinin tek başına şirketleri yeni stratejik hedeflerine ilerletmeye yetmeyeceği çok açık. Geleceğin iş dünyasında hayatta kalmış şirketler, iş güçlerinin gelişimine, değişimini yönlendirmeye gücü veren kurum kültürüne sahip şirketler olacak. İş gücünün bu değişime adapte olması, yeni yetenekler geliştirmesini tetikleyebilecek bir kültürün kurulması; şirketlerin uçtan uca kurum içi topluluk yönetimlerini de yeniden gözden geçirmeleri gerekli.

Dijital araçlar, süreçleri birbirine bağlayan kablo olabilir, ancak dönüşümün tanımlayıcı faktörü insan. Bu sebeple ‘insan’ faktörünü gözetmeyen hiçbir şirket ayakta kalamayacak. Dijital dönüşümün tetikleyicileri de zannedilenin aksine teknoloji değil, teknolojiyi kullanma kapasitesi ile dönüşen ‘insan’ olacak!